Ben Hasan'ın Sinir Sistemiyim

Sevgili Hasan!..
Vücudunda şimdiye kadar kendini anlatan organ ve sistemlerin en mükemmeli ve hepsinin arasında irtibat kuran bütünleyici bir sistemim. Damarlar nasıl vücudunun her yerine gıda ve oksijen taşımak üzere -toplu iğne ucu kadar boş yer bırakmamak kaydıyla- yayılmışsa, ben de senin vücudunda olup biten her şeyden haberdâr olmak üzere, bir ağ gibi vücudunun her yerini sarmış durumdayım. Koluna bir böcek bile konsa hemen fark ediyorsun. Bir damla teri sana hissettiren benim. İç organlarındaki herhangi bir rahatsızlığı uygun dozda bir sancı ile hemen haber veriyorum. Haber vermekle kalmayıp, çare araman için seni uyarıyorum.

Kendimi anlatmakta çok zorlanacağımı itiraf edeyim. Sinir sistemi denildiğinde, neuron adı verilen hücrelerden yapılmış bir hücre yığını akla gelir. Fakat bu öyle bir hücre yığınıdır ki, yaratılmış olan en kompleks nesneden söz ettiğimiz asla unutulmamalıdır. Çok mühim olan ana merkezler; -birbirine yakın olarak- çok büyük bir kitle hâlinde kafatası içine yerleştirilmiş, sistemimin uzantıları ve talî merkezler ise, vücudunun değişik bölgelerine yayılmış vaziyettedir. Zamanını almayacağımı bilsem, her ay bir bölgem ve ayrı bir sinir dalım kendini anlatır, ne kadar mükemmel, akıl almaz işler yaptıklarını ortaya koyarlardı. Fakat sizi fazla sıkmamak için meseleyi hulâsa etmeye çalışacağım. Buna rağmen yine de uzatıp, konuyu dağıtırsam lütfen kusuruma bakmayınız. Zira Allah'ın yarattığı en mükemmel organdan bahsedilirken ister istemez bazı sıkıntılar olacak.



Daha iyi anlaşılabilmem için bütün kısımlarımı tek tek konuşturma yerine, onlar adına; "beyin" olarak ben konuşacağım. Sistemi; daha iyi kavrayabilmeniz için ikiye ayırmamızda fayda vardır. Bunlardan birincisi benim de başkan olarak içinde bulunduğum, talamus, hipotalamus, beyincik, omurilik soğanı ve omurilik olarak kabaca kısımlara ayırabileceğimiz Merkezî Sinir Sistemi, diğeri ise, bu merkezlerden çıkan ve tıpkı fiber optik telefon kabloları gibi bütün vücuda yayılan Çevre Sinir Sistemi'dir. Büyük beyin denilen ve iki büyük yarım küre halinde olan benim dışımdaki, diğer daha küçük kısımlara beyin sapı da denilir. Bütün sistemlerde merkez daha önemli olduğu gibi, senin vücudunda da esas merkez olan ve kafatasının içinde korunan asıl beyin yarım küreleri ile beyin sapına ait kısımlar (beyincik, omurilik soğanı, talamus ve hipotalamus) çok önemlidir. İkinci olarak gelen omurilik de merkezden kabul edilir, fakat kafatası içinde değil de, omurların dizilerek teşkil ettiği kanalın içine yerleştirilmiştir. Omurilik yaralanmalarında merkeze olan yakınlığa bağlı olarak hayatî ehemmiyet artar.


Çevresel sinir sistemi

Merkezden çevreye dağılan sinirlerden müteşekkil kısımlarda meydana gelen yaralanmalarda, ilgili organda felç veya fonksiyon bozukluğu meydana gelse de hayatını tehdit etmez.

Sevgili Hasan! Şimdi sana aklını durduracak bazı rakamlar vereceğim. Aklının durması, benim yetersizliğimi ortaya koyacak ama, Rabbimin sonsuz kudreti karşısında bunun ne önemi var ki..?

Hatırlarsan dolaşım sistemin ve kalbin kendilerini anlatırlarken gururlanır gibi olmuşlardı. Damarların, uzunluklarını 120.000 km (dünyanın çevresini üç sefer dolaşacak uzunlukta) olarak açıklarken bayağı kasılmışlardı. Halbuki benim sinirlerimin uzunluğu takriben 768.000 km'dir ve bu mesafe Dünya'dan Ay'a gidiş geliş uzunluğudur. Bu uzunluğun yaklaşık 400.000 km'si çevreye dağılan sinirlere, 368.000 km'si ise; sadece merkezi sinir sistemine ait olan sinir uzunluğunun toplamıdır. Aynı anda bir hücremden geçen bilgi miktarı 200.000'e yakındır. Bu demektir ki, vücudunun her yanından her an binlerce bilgi, milyonlarca hücremin içinden geçerek merkezden çevreye ve çevreden merkeze akmaktadır. Sahip olduğum hücre sayısı yaklaşık 30 milyardır. Bu hücrelerin 10 milyarı kabuk bölgemde, yaklaşık 10 milyarı beyinciğin kabuk bölgesinde, geriye kalanlar ise diğer kısımlarım ile sinirlerimin yapısını meydana getirmiştir. Kıyas için söyleyeyim. Bir sineğin beyninde 100 bin, bir farenin beyninde ise 10 milyon hücre bulunur. Bu 30 milyar hücremin birbirleriyle bilgi alışverişi için yaptığı bağlantı ve temas noktalarının (synaps) toplam adedi 100 trilyondur. Bütün bağlantıların haberleşmek için birbirleriyle oluşturabilecekleri kombinasyon sayısı ise, kâinattaki atomların sayısından daha fazladır. Bir zihnî sürecin ilk başlangıcında aktifleşen hücre sayısı 10 milyon ile 100 milyon arasında olup, faaliyetin derinliğine ve ağırlığına göre bu rakam müthiş boyutlara ulaşabilmektedir. Sağ ve sol yarım kürelerim arasında saniyede 4 milyar uyarı mübadelesi yapılır. Sen henüz birkaç haftalık embriyon halindeyken benim % 92'm sudan ibarettir. Doğduğunda, su nispetim % 90 olur. Tam geliştiğinde ise; su nispetim ortalama % 77 civarında kalır. Hasan düşünebiliyor musun, % 77'si su, geri kalanı da çeşitli elementlerden ibaret bir madde yığınını... Kudreti Sonsuz Rabbim beni açık bir mucize olarak dünyanın en şerefli mahluku olan senin başına yerleştiriyor ve benimle medeniyetler kuruyorsun; icad ve keşifler yapıyorsun. Hepsinden mühimi aracılığımla tefekkür edip, Rabbini buluyorsun. Kâinatın mânâsını benimle anlaman sözkonusu... göz, kulak, burun, dil ve deri gibi çeşitli duyu organlarının sahip olduğu ve donatılmış bulunduğu bütün alıcı hücrelerin gönderdiği çeşitli dalga boyları halindeki elektrik uyarılarını; görüntü, ses, koku ve tat halinde sana idrâk ettiren benim. Şu satırları yönlendirmemle yazıyorsun. Yaptığın her türlü işin değerlendirmesi benden geçiyor. Birçoğunun farkında bile değilsin. Yürürken, yemek yerken, konuşurken, uyurken vücudunun her noktasından bana gelen malumatlar değerlendirilip uygun cevaplar veriliyor. Sevgili Hasan! Bir tek hücremin bir tek atomu bile kendi kendine bulunduğu yere yerleşebilir mi?

Rabbim beni o kadar muhteşem yaratmış ki, henüz sırlarımın çok azını biliyorsun. Az önce yukarıda saydığım kısımlarımın herbirinin ayrı ve çok geniş muhtevalı hayatî fonksiyonları vardır. Onlar adına ben sana kısaca yaptıkları işleri sayayım: Beyincik (cerebellum) dengenin ve kas hareketlerinin ahenkli bir şekilde şaşırmadan yapılmasının düzenlendiği merkezdir. Bu kısmımda şuurlu bir idrak olmadığı gibi, burasının fonksiyonlarını iradî olarak değiştirmek de mümkün değildir. Orta beyin kısmımı omuriliğe bağlayan piramit şeklindeki omurilik soğanı (medulla oblongata) ve varol köprüsünün (pons) teşkil ettiği beyin sapının diğer ucu, omurilik halinde kafatasının arkasındaki delikten dışarı çıkarak omurganın içine girer. Burada kalb atış hızını, soluk alışverişini ve sindirim süreçleri gibi otonom sinir faaliyetlerini ayarlayan çok sayıda merkez vardır. Reflekslerin denetlenmesi, vücudun iç ortamının düzenlenmesi, ayrıca beyincikle beraber hareketlerin kontrolü, iç organlardan gelen duyulara ait uyarıları tertibe koymak ve talamus ile birlikte heyecan ve uyku gibi fonksiyonların denetlenmesi de burada yapılır.

Talamus; omurilik soğanı ile beyin yarımküreleri arasında, demiryollarındaki makas veya röle istasyonlarının fonksiyonunu yapar. Bu bölgem, koku dışındaki bütün duyu alıcılarından gelen uyarıları toplar ve bu duyularla ilgili bilgileri şuur seviyesine aksettirmek için üst taraftaki kabuk (cortex) bölgesine gönderir; ağrı, dokunma, sesleri ayırt etme gibi duyumların şuurlu olarak değerlendirilmesinde de rolü vardır. Ayrıca, şuurluluk ve uyanıklık durumları ile uyku ve dikkatin düzenlenmesinde, duyuların idraki sırasında ortaya çıkan hissî değişikliklerde rol oynadığı da düşünülmektedir. Talamus'un altında yer alan Hipotalamus ise; cinsîyete ait duyguları; ağrı, hoşlanma, acıkma ve susama duyumlarını; kan basıncını, vücut sıcaklığını ve iç organlara ait diğer fonksiyonları kontrol eden önemli bir merkezdir. Hormon salgılanmasının düzenlenmesinde önemli vazifeleri vardır. Benim koklama lobumdan, talamustan, alın lobumdan gelen çok karmaşık sinir ağlarını bulunduran bu merkeze gelen sinir lifleri; otonom merkezlere, sap kısmımdaki ağsı yapıya (reticüler formasyon) ve hipofizin arka lobuna ulaşır. Daha önce hormon sisteminde kendisini anlatan en önemli merkez olan hipofiz bezinin ön bölümünün salgısını uyaran hormonları ve hipofizin arka bölgesinde depolanıp salgılanan oksitosin ve antidiüretik hormonları üretir.

Büyük beyin olarak iki yarım küremin arasında önden arkaya doğru uzanan derin bir yarık vardır . Bu yarığımın taban kısmında iki yarım küre arasındaki irtibatı sağlayan nasırsı madde veya beyin direği (corpus callosum) gibi isimlerle anılan kalın bir sinir demeti bulunur. Sinir liflerim omurilik soğanımda çaprazlanarak yön değiştirdikleri için, benim sol tarafım senin sağ yanını, sağ tarafım ise sol yanını kontrol eder. Her iki yarım kürem birçok bakımdan birbirinin aynadaki görüntüsü gibi benzerse de, aralarında bazı vazife farklılıkları vardır. Meselâ; birçok insanda konuşmayı denetleyen merkezler sol yarım küremde olduğu halde, mekân idrakını denetleyen bölgeler ise, sağ yarım küremde bulunur. Belirli bir nizam içinde yapılması gereken işlerde, (toplama-çıkarma yapma veya gömleğinin düğmelerini ilikleme gibi faaliyetlerde) sol yarımküremi kullanırken, resimlerle düşünmede (meselâ, evden çarşıya giderken geçeceğin yolun krokisini çizmede) sağ yarım küremi kullanırsın. İki yarımküremi birbirine bağlayan nasırımsı madde olmasaydı iki yarım kürem birbiri ile irtibat sağlayamayacağı için, balık kelimesini okuyup anlayabilirdin ama, balığı gözünde canlandıramazdın. Bunun için sağ yarım küremi de kullanman gerekirdi.

Beyin olarak bu anatomik yarım kürelerimin üzerini örten gri renkteki ve bol kıvrımlara sahip olan ve hücrelerimin ana gövdelerinin daha çok bulunduğu kabuk bölgeme (cortex) boz madde, bunun altındaki daha açık renkteki ve hücrelerimin uzantılarının (aksonların) bulunduğu bölgeye de ak madde deniliyor. Üstüste tabakalar halinde dizilmiş altı ayrı hücre tabakasının meydana getirdiği kabuk bölgem; duyulara ait uyartıların alınıp analize tabi tutulduğu, iradî olarak yapılan kas hareketlerinin denetlendiği, akıl yürütme, hatırlama ve öğrenme gibi faaliyetlerin merkezidir. Şuurlu faaliyetlerin ve düşünmenin merkezi olan yarım kürelerimin teşkil ettiği asıl beyin veya büyük beyin, bütün beynin % 85'ini teşkil eder. Doğduğunda ağırlığım 400 gramdı. Bir yaşına kadar çok hızlı büyüyerek 800 grama ulaştım. Dört yaşına geldiğinde ise 1.200 gram oldum. Yedi yaşından sonra büyümem yavaşladı ve 20 yaşlarında ortalama 1379-1434 gram geliyorum. Kadınlarda ise, biraz daha hafif çekerim ve gerçek ağırlığıma erkeklere göre biraz daha erken ulaşırım (ortalama 1230-1306 gram). Bu gençlik yaşından sonra her yıl ortalama bir gram kadar eksilirim ve 75 yaşlarına gelirsen, 20 yaşındakine göre onda bir nispetinde küçülmüş olurum. Bu küçülmemin sebebi 20 yaşından sonra, aşağı yukarı her gün 50.000 sinir hücremin ölmesi veya işe yaramaz hâle gelmesidir. Kıkırdak, kemik, deri, bağ dokusu ve karaciğer gibi vücut hücrelerinin bölünerek kendini yenileme ve sayılarını artırarak büyüme özellikleri olduğu halde, beni teşkil eden sinir hücrelerim senin kaderine yazılmış olduğu miktara gelinceye kadar, ana rahmindeki ilk gelişme safhalarında çoğalarak sayılarını tamamlarlar ve daha sonra bölünerek çoğalma özelliklerini kaybederler. Dolayısıyla herhangi bir yaralanmada o bölgemdeki hücreler öldüğü için, ilgili fonksiyonlarda da arızalar gösterir. Bu durumda aklına şu soru gelebilir: Hücre sayısı sabit olduğu halde, 20 yaşına kadar hücre sayısı artmadan ağırlığı nasıl artıyor? Evet, hücre sayısı artmıyor, fakat hücrelerarası bağlantıların sayısı artıyor. Dolayısıyla ağırlığımda artmış oluyor. Tabiî ki bu bağlantılar için dışarıdan gıdalar ile yapı malzemesi ekleniyor. Yaşlandıkça bu bağlantılar azalıyor. Gençlik döneminde yaşadığın, okuduğun, gördüğün her tecrübe ve bilgi bu bağlantıları artırıyor. Dolayısıyla benim düşünme ve akıl yürütme kapasitem büyüyor. Yaşlılığında da zihnî faaliyetlerden uzak kalmazsan, okuyup-yazma, insanlığa faydalı olma ve diğer sosyal aktiviteleri azaltmazsan bağlantılar artmaya devam eder. Hücrelerim azalsa bile, zihnî fonksiyonlarını kaybetmeden faaliyetlerini sürdürebilirsin. Ancak yeter artık, dinleneyim dedin mi, hemen hücrelerim bağlantılarını çekmeye başlar ve zamanla da kapasitemdeki azalmayı fark etmeye başlarsın. Merkezi sinir sistemindeki hücrelerim yaralanıp hasarlandıklarında kendilerini tamir edemiyorlar. Fakat çevreye ait sinir sistemindeki hücrelerimin hücre gövdesi zarar görmediyse, uzantıları tamir edilebilmektedir. Bu özellik sayesinde; kolu, bacağı veya parmağı kopan kimselerin kopan organları, mikrocerrahi ile hassas şekilde dikildiğinde, sinirler kendini tamir edebilmekte ve tekrar vazife görebilmektedir. Beyin ve omurilikte olmayan bu özelliğin kol ve bacak sinirlerinde bulunuşunun görünen sebebi, bu sinir demetini saran kılıfın hücreleri büyümek üzere uyarmasıdır. Zaten en mükemmel cerrahi teknikler olsa bile hiç kimse kopmuş sinir liflerini dikemez. Ama bu lifleri bir arada tutan (tıpkı içinde çok ince teller bulunan ve üzeri plastik kaplı elektrik kabloları gibi) sinir kılıfı kalın olduğundan, dikilerek kopuk kısım eklenebilir. Daha sonra bu dış kılıfın kılavuzluk yapmasıyla kılıfın içindeki yüzlerce sinir lifinin her biri günde 1 mm büyüyerek bir aydan, bir yıla kadar bir müddet içinde iş görebilme özelliği kazanmaktadır.

Büyük beyin denilen yarım kürelerimin üzerindeki belli yarık ve kıvrımlar esas alınarak kabuk (cortex) üzerinde bir haritam çizildiğinde, çeşitli duyulara ve faaliyetlere ait belli bölgelerde hususî yoğunlaşma ve sınırları nisbeten belli odaklar belirlenmiştir. Şematik şekilde değişik renklerle boyanmış bu merkezlerin her birinin adı ve ağırlıklı olarak yaptığı hususî fonksiyonları vardır. Meselâ başının tam arkasındaki (occipital bölge) ensenin hemen üstündeki kısmım görme sahası; şakak bölgene denk gelen kısımlarım işitme sahası; bunun hemen ön tarafı sol tarafta konuşma sahası (genellikle); alın tarafının (frontal lob) orta oluğunun ön duvarında hareketlerin plânlanmasına ait ilk merkez; üst tarafın ön bölgesinde kompleks hareketlere ait saha; hemen arkasında tam orta yan bölgede basit hareketlere ait saha; bunun arkasında ve işitme sahası ile komşu olup yukarıya kadar uzanan bölge ise, dokunma duyusuna ait saha olarak tanımlanmıştır. Fakat bu sahalar çok kesin sınırlı olmayıp kısmen dağınık bir konumda ve birbirleriyle çok girift bir bağlantı ağına sahiptirler. Bu bölgelerin yakınındaki birleştirme sahalarının görevi duyulardan gelen uyarıları görüntülemek ve mânâlandırmaktır. Alınan uyarılar önceden yaşanmış tecrübeleri ve hatıraları canlandırdığında, uyarıları veren nesne veya hâdise tanınır. Kompleks iradî hareketlerin yapılabilmesi için önce hareket plânının zihinde belirtilmesi, sonra bu plânın birleştirici sinir liflerimle hareket sahalarına aktarılması gerekir. Konuşma gibi çok karmaşık hareket ve duyu birleştirme mekanizmalarının söz konusu olduğu bir faaliyetin insandaki varlığı bile başlı başına bir mucize olduğu halde, bazılarının maymun beyninin evrimleşerek insan olduğunu ve konuşmayı öğrendiğini iddia etmesi karşısında insanın küçük dilini yutası geliyor.

Kafatasından çıktıktan sonra, uzun bir kordon şeklinde omurganın içinde uzanan omurilik (medulla spinalis), boynun altında kalan vücut bölgelerinin uyaranlarının bağlandığı merkezdir. Beyinde boz madde dışta (kabukta), ak madde içte olduğu halde, omurilikte boz madde kelebek şeklinde bir görünümle iç tarafta, ak madde ise bunu saracak şekilde dış tarafta bulunur. Bu merkezde başta deri ve kasların olmak üzere, çevreden gelen bütün duyu siniri hücreleri, hareket siniri hücreleriyle doğrudan sinaps veya ara bağlantı hücreleri vasıtasıyla omurilik reflekslerinin ortaya çıkmasını sağlar. Bağlantı hücrelerinin bir bölümü refleks cevabı verirken, bir bölümü de uyartıları bana taşıyarak iradî kararların çıkması temin edilir. Meselâ çiviye bassan, çivi daha derine temas ettiği sırada bu uyarı duyu lifleriyle omuriliğe iletilir ve vakit kaybı olmaması için benden önce omurilik hemen hareket sinir liflerini uyarır ve kaslarına giden bir emirle ayağını kaldırman sağlanır. Acil olarak ayağını refleksle kurtardıktan sonra, beyin korteksinden gelen iradî yönlendirmeyle bastığın yere dikkat etmeye, ayağın kanamışsa yarayı sarmaya vb. diğer şuurlu faaliyetlere başlarsın. Omuriliğimden 31 çift (sağlı-sollu) sinir çıkar. Kafatası içindeki beyin bölgesinden ise 12 çift sinir çıkar. Bunların hepsi birden merkezi sinir sisteminden çıkmış ve çeşitli organlara dağılmış olan çevreye ait sinir sistemidir. Beyinden çıkan 10. sinir olan vagus siniri dışındaki bütün kafa sinirleri baş ve boyun bölgesinin duyu ve haraketle ilgili faaliyetlerini denetler. Omurilikten çıkan 31 çift sinir düzenli olarak herbir omurun yan tarafındaki deliklerden çıkar. Bu sinirlerin her birinin getirici (duyu siniri) ve götürücü (hareket siniri) olmak üzere iki kökü vardır. Bu kökler omuriliğin hemen dışında birleşerek duyu ve hareket sinirlerine ait lifleri birlikte taşıyan kordonları meydana getirir. Her bir organına da, bu sinir kordonlarından, belli bir plân ve sistem içinde dallar ayrılır. Meselâ eline batan bir iğneyi hisseden alıcı duyu hücresi, bu uyarıyı getirici kol vasıtasıyla omuriliğe aktarır. Omurilikten çıkan refleks ile elini çekme cevabı ise, götürücü sinir ile, kol ve el kaslarına iletilir. Böylece hemen elini çekersin. Bu örnek basit bir reflekse ait olan durumdur. Çevreye ait sinir sistemindeki hareket siniri hücreleri, iskelet kaslarına dağılan somatik sistem ve iç organlara dağılan otonom sistem olarak iki gruba ayrılır. Somatik sistem faaliyetlerinin büyük kısmı şuur seviyesinde iradî olarak gerçekleşirken, otonom sistemdeki faaliyetler büyük ölçüde irade dışı veya şuuraltı dediğimiz çok sırlı hususiyetlere sahiptir. Otonom sistem kalb, salgı bezleri ve kan damarları, solunum, sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerindeki düz kasları bizim haberimiz olmadan kontrol altında tutar. Sevgili Hasan!.. Eğer herşey senin kontrolüne verilseydi bu kadar işle başa çıkabilir miydin? Lokmayı ağzına atıncaya kadar iraden işe karışıyor. Bütün sindirim salgıların, mide ve bağırsak hareketlerin, artıkların atılması hep senin iraden dışında otomatik olarak yürütülüyor. Nefes alış-verişin sen uyurken durmuyor. Böbreklerin sen uyuyorsun diye boşaltım faaliyetini bırakmıyor. Kalbin istirahata çekilmiyor. Karaciğerin yan gelip yatmıyor; pankreasın insulin salgısını kesmiyor. Bütün iç organların ve kan damarların en gerekli olan yerde ve zamanda düz kaslarla çalışmasını sürdürüyor. Bütün bu faaliyetler haberin olmadan yürütülüyor. Zaten yapmaya kalksan beş dakikada yorulur, dikkatin dağılır ve takip edemez hâle gelirsin.

Otonom sinir sistemimdeki sinir kordonları sempatik ve parasempatik olarak ikiye ayrılır. Bu iki sistem birbirine karşılıklı cevap verecek şekilde yaratılmış ve her bir organa ikisinden de birer kol verilmiştir. Böylece hiçbir organ başıboş bırakılmamıştır. Bunlardan birisi organı hızlı çalışmaya, daha fazla ürün çıkarıp netice almaya teşvik edecek şekilde uyarırken, diğeri aksine organı yavaş çalıştırmaya, daha az ürün çıkarmaya ve durdurmayı teşvik edecek şekilde uyarılar gönderir. Bu iki zıt uyarı arasında organ bulunduğu durum ve şartlara göre optimal çalışma temposunu muhafaza etmiş olur. Sempatik sistem; genellikle stres ve şoklarda cevap vererek vücudunu bu gibi durumların tesirlerine karşı hazırlar. Meselâ; kan basıncın, kandaki şeker seviyen, terlemenin artması, gözbebeklerinin genişlemesi ve kaslarındaki kan akımının yoğunlaşması sempatik liflerin tesiriyle ortaya çıkar. Parasempatik sistem ise; iç organların normal vazifelerini yapabilmeleri için, onları eski sakin hallerine getirmek adına kan basıncını düşürme gibi aksine uyarılar çıkarır.

Baştan beri birçok kısımdan ve uyarılardan bahsettim, ama esas temel taşım olan sinir hücremden ve bir sinir hücresinin nasıl çalıştığından bahsetmedim. 30 milyar kadar sayıda olan nöron adındaki hücrelerim sistemin her yerinde iş gören asıl ünitelerdir. Bir nöronun ana hücre gövdesi ve buradan çıkan ağaç dalları gibi uzantıları vardır. Ağacın gövdesi gibi olan tek ve kalın uzantıya akson, ağacın dalları gibi olan çok sayıda ve ince uzantılara ise dendrit denir. Elektrik akımı halindeki sinir uyartıları aksondan dendtrite doğru ilerler. Bir sinir hücresinin aksonundan, diğerinin dendriti arasındaki bağlantı noktası (synaps)'ndaki boşluğa nörotransmitter adı verilen bir kimyevî madde salgılanır. Neuropeptidler, aminoasitler, asetilkolin ve monoamid cinsinden olan bu maddeler karşı taraftaki hücrenin zarına ulaştığında hemen oradaki dendritte bir elektrik akımı başlatılır. Tıpkı art arda dizilmiş domino taşlarının sırayla yıkılması gibi veya maçlardaki seyircilerin sırayla kollarını kaldırıp yerlerinden kalkarak hasıl ettikleri dalga hareketi gibi, bu elektrik mesajlar da hızla hücrenin bir ucundan diğer ucuna peşpeşe ateşlenen minik elektrik atımları halinde ilerleyerek diğer komşu hücreye iletilir. Sakin haldeki hücre -70 mV potansiyele sahipken, aksiyon potansiyeli olarak bilinen +30'dan +40 mV'a kadar bir akımla her türlü bilgi iletilir. Her bir hücre saniyede 1.000 kadar sinyal iletebilir.

Hafıza dediğiniz ve mahiyetini henüz tam olarak bilemediğiniz halde her gün yüzlerce tecrübeyi kaydeden, gerektiğinde tekrar hatırınıza getiren bilgi bankasının nasıl çalıştığı hususunda çeşitli teoriler ileri sürülmektedir. Fakat bu sorunun cevabının, beni meydana getiren milyonlarca neuronun içinde yattığını biliyoruz. Bütün duygu, düşünce ve fiillerimiz bir hücreden diğerine aktarılan elektrikî ve kimyevî sinyallerle ortaya çıktığı gibi, bunların kaydedilmesi de, yine muhtemelen aynı şekilde elektrikî ve kimyevî sinyaller yoluyla olmaktadır. Hafıza için benim üzerimde sınırları kesin ve belli bir merkez söylemek zordur. Belki bütün bölgelerle hafızamın alâkası vardır. Bazı hatıralar ses, bazısı görüntü, bazısı koku, bazısı hayal, bazısı kızgınlık, öfke ve sevinç gibi duyguların hafızada saklanmaları da farklı şekillerde olmaktadır. Benim hafıza kapasitemin büyüklüğünü hayal bile edemezsiniz! Kısa dönemli ve uzun dönemli olmak üzere iki çeşit hafızaya sahibim. Kısa dönemli hafızamda bir seferde en fazla dokuz ayrı şeyi saklayabilirim. Çoğu kimse bir anda yedi şeyden fazlasını aklında tutamaz. Kısa dönemli hafızamda hiçbir şey birkaç dakikadan fazla kalmaz. Bundan daha uzun bir süre sonra hatırlayabildiğin her şey uzun dönemli hafızama kaydedilir. Burada; günler, haftalar, aylar ve hattâ yıllar boyunca kalırlar. Bildiğiniz ve öğrendiğiniz herşey uzun dönemli hafızanızda saklanır. Sekiz yaşına geldiğinizde hafızanızdaki bilgi, bir milyon ansiklopedi cildini dolduracak kadar çoktur. Buna rağmen bu miktar devede kulak kalacak kadar azdır. Zira uzun dönemli hafızam hiçbir zaman dolmayacak kadar sınırsız bir kapasiteye sahiptir. Yüz yaşına gelsen bile devamlı yeni şeyler depolayabilecek bir kapasiteye sahip olduğumdan, sakın ola ki, çocukların kafası almaz, fazla gelir diye eğitim ve öğretimlerini eksik bırakma... Bazı kendini bilmezler sık sık konuşurlar; "küçük yaşta çocukların kafasını ezberlemeye zorlamayın, çocukların beynini durdurursunuz" derler. Sakın bunlara inanma! Yabancı dil öğrenme, Kur'ân ve dini bilgiler eğitimi gibi faaliyetler bilhassa küçük yaşlarda çok daha kolay ve sağlam bir şekilde hafızama elektrik atımları olarak yazılır. Küçük yaşlardaki bu tip faaliyetler aslında hafızamı daha da güçlendirir. Hatırlama denilen hâdise, kaydedilen elektrik atımı şifrelerinin o hâdise olduğu zaman kaydedildiği sırada tekrarlanmasıdır. Bazen bir kişinin ismini hatırlamak istersin, fakat dilinin ucuna kadar geldiği halde bir türlü hatırlayamazsın. Uğraşır durursun; yorulur sonra vazgeçersin. İki gün sonra aniden o isim veya olay aklına geliverir. Hayret eder ve sevinirsin. Bunun nasıl olduğunu merak mı ediyorsun? Sen hatırlamaya çalıştıkça, bu bilgiye ait dosyayı nereye koyduğunu bilemediğin için bütün sinir hücrelerimi teker teker kontrolden geçirirsin. Fakat milyarlarca hücrenin hangi kısmında olduğunu bulamıyorsun. Çünkü o bilgiye sahip dosyayı ya çok kullanmadın veya önem vermediğin için dikkatli bir yere koymadın. Ama babanın adını hiç unutmuyorsun, çünkü çok önem vermiş ve kullanmışsın; her an gözünün önündeki bir dosyada duruyor. İşte aramaktan sıkılıp vazgeçsen de, şuuraltı diye isimlendirilen, çok daha esrarlı bir mekanizma, haberin olmadan aramaya başlıyor. İki gün sonra ancak bulabildiği dosyayı aniden önüne çıkarıyor ve şaşırıyorsun. Şuuraltı çok sırlı bir yerdir ve her şeyine tesir eder. Şuuraltına ancak çok samimi duygular; perdesiz, riyasız, gerçek düşünceler yazılır. Bir de seni sarsan, yaşadığın acı ve kötü hatıralar, günahlar... Bu tip şuuraltının sebep olduğu, suçluluk duygusu ve aşağılık kompleksi birçok davranışına akseder. Fakat bu gibi problemler insan olmanın kaçınılmaz bir neticesidir; bunlardan kurtulabilmek de, yine senin elindedir. İrade insanı olup, hayırlı ve iyi işlerle meşgul olduğun ve sabırla devam ettiğin takdirde, bir müddet sonra ikinci fıtrat kazanarak, şuuraltının kirli bölümlerini rahatsız etmeyecek şekilde ıslah edebilirsin. Zaten vicdan ve din duygusu da bu yüzden canlılar içinde sadece insana verilmiş bir rahmettir. Şuuraltının suçluluk ve günah duyguları altında çok fazla baskı altında kalması, sen farkında olmadan, otonom sinir sistemi yoluyla talamus, hipotalamus ve hipofiz gibi cirmi küçük, fakat ağırlıkları çok büyük organlarına tesir ederek bütün vücut dengeni bozar ve neticede hasta olursun. Başlangıçta organik bir rahatsızlığın olmadığı halde bir müddet sonra şuuraltının baskısı yüzünden içine girdiğin psikosomatik hastalığın, bir organının çalışmasını bozarak gerçek bir hastalığa inkılab edebilir. Tabiî ki bunun aksi de mümkün, yani telkinle, güzel düşünce ve hayırlı işlerle şuuraltının otonom sinir sistemine gönderdiği müspet sinyaller hastalanmış bir organını iyileştirmeye sebep olabilir.

Sevgili Hasan! Sana anlatacak o kadar çok yönüm ve sırlı faaliyetlerim var ki, ne bu derginin sayfaları ne de kitaplar yeter. Ama ister istemez bir yerde kesmek mecburiyetindeyim. Daha rüyalardan bahsetmem gerekirdi. Bazılarının ruhî hastalık veya bozukluklar dediği (aslında ruh hasta olmaz, hasta olan nefsdir) ve tabiî ki ruhuna da tesir eden karışık hallerden bahsedecektim. Parkinson, alzheimer, felçler, uyuşturucuların tahribatı, uyku ve hipnoz gibi durumları inceleyecektik. Fakat bunların her biri ayrı bir yazı mevzuu olacak kadar çok geniş ve ayrıca bu dergide geçmişte bu hususlarda çok yazı çıktığı için, onlara havale ederek sana son sözlerimi söylemek istiyorum. Son günlerde televizyonlarda dikkat ettiysen yine Darwinizm furyası başladı. Bazı insanların hiç başka işi yok. Durup dinlenmeden, senin maymunlarla aynı soya ait ortak bir atadan geldiğini ısrarla kabul ettirmeye çalışıyorlar. Buradaki asıl temel düşüncenin akılsız ve şuursuz tabiattan tesadüfî mutasyonlarla, kendi kendine ortaya çıkan rastgele kimyevî reaksiyonlarla bütün canlıların ve sonunda da insanın dünyaya geldiğini, dolayısıyla da bir Yaratıcı'ya ihtiyaç olmadığını ima etmek olduğunu biliyorsun. Birisi böyle bir iddiada bulunduğunda, sadece üzerimdeki Rabbimin isimlerini gösteren sanatları anlatman yeter. Maymunumsu bir canlının beyninin hangi mutasyonlarla konuşmayı öğrendiğini; vicdan, akıl, zihin, zekâ, idrak gibi duyguların sırlı mahiyetinin nasıl tesadüfen ortaya çıkabileceğini; milyarlarca hücremin bir tekinin bir dalını bile nasıl yoktan yaratabileceklerini izah edebilirlerse, ondan sonra konuşsunlar.

Sevgili Hasan!... Bu satırları yazman için elini kullanırken, kelimeleri okurken, okuduklarını arkadaşlarına anlatırken ve bütün bu bilgileri öğrenip düşünce süzgecinden geçirirken, hep sinirlerimi ve merkezlerimi kullanıyorsun. Bir an yok ki, senin vücudundaki herhangi bir hâdiseden habersiz kalayım. Bütün bunları vicdanında duyup, Rabbimin verdiği lâtifelerle marifet ufkuna yükselmek için de üzerimdeki sırlı fakültelerden kimbilir kaçını kullanacaksın. Yaptığınız en büyük bilgisayarlar bile yanımda çocuk oyuncağı gibi kalıyor. Buna rağmen, bu bilgisayarları plânlayıp dizayn eden, her parçasını yerli yerine koyan mühendislerin ve ustaların bilgileri ve ustalıkları da ancak benimle mümkün oluyor. Sen bilgisayarı yapıp kurup çalıştıranları herhalde inkâr etmiyorsun? O halde, binlerce bilgisayarın kapasitesini aşan, beni, sonsuz bir ilim ve kudretle yaratan Allah (cc)'a teşekkür etmeyi; iyi, güzel, doğru işlerde kullanmayı unutma!... Rabbime emanet ol!...